Işığı Gören Bir Toplum Karanlığa Dönmez
- Kemal Sarp Cömert
- 30 Mar 2023
- 2 dakikada okunur
Yazan: Kemal Sarp Cömert
1789'da başlayan Fransız ihtilaline karşı, 1804de Napolyon'un Waterloo savaşını da kaybetmesi ve soyluların iktidara geri dönmesi ile restorasyon dönemi olarak adlandırılan karşı devrim dönemi başlamıştır. İhtilal ve Napolyon Fransa'sının bütün kazanımlarına karşı bir seferberlik başlatılmıştır. Halkçılık unutulmuş, kan bağları ünvanlar tekrar önem kazanmış, din tekrar devletin içine girmiş otorite Papa'ya bağlanmıştır. Devlet içinde en ufak bir Napolyon sempatisi gösteren halk tarafından ayıplanmış devlet tarafından cezalandırılmıştır. Oysa bu halk Napolyon'un arkasında yalnız bir defa değil iki defa yürümüştü, ve o yılları gören herkeste (yalnızca Fransa'da değil Katolik İtalya'da, Venedik'te, Viyana'da, Polonya'da) Napolyon sempatisi gizli de olsa vardı.
Çünkü ihtilali yapan Jakobenlerin aksine Napolyon doğrudan halktan çıkmış bir insandı. Daha önce ne zengin bir burjuva ne de bir soyluydu. Ve o Stendhal'in ifadesiyle halkın çoğunluğu olan bu kitlenin idolü, umut ışığı olmuştu. Her ne kadar Cumhuriyet'i fesh etmiş İmparatorluk kurduysa da, yönetimi Cumhuriyetten daha halkçı, daha orta yolcu olmuştu. Bunun en basit örneği din ve hukuk konusunda yaptıklarıdır. Ne Jakobenler gibi kliseyi kapamıştır, ne de Papa'nın kendi üzerine otoritesini kabul etmiştir. Hukuk olarak çıkardığı Napolyon Yasası ise bugün batıdaki birçok ülkenin anayasanın temelini oluşturuyor.
Ve bir rüzgar gibi esti Avrupa'da ihtilalin düşüncelerini Rusya'ya kadar yaydı. Fakat her esinti gibi o da bitti ve hava yine durgunlaştı. Derin bir sessizlik oluştu hem Fransa'da hem Avrupa'da. İnsanlar bu hızla gerçekleşen olayların sonunda yine aynı yere vardıklarında umutlarını kaybettiler. Ve o dönemki edebiyattan görebiliyoruz ki halk bu dönemin bir daha sonlanmayacağını, bir daha ihtilal olmayacağını düşünüyordu. Fakat önce 1820lerde İtalya'da başlayan isyan ateşi sonrasında 40larda Almanya'ya, Fransa'ya yayıldı.
1848 İhtilali, Fransa’da ilk bakışta önceden görülmemiş ve kaza eseri olmuş bir olay gibi gelmişti halka. Çok ani olmuştu. Büyük ziyafetler kampanyası ile kendini göstermiş olan Parlamento muhalefetinin, olaylar üzerinde söylenmiş olan kadar büyük bir etkisi olmamıştı. Tümüyle yürümüş olan Paris halkıydı, askeri birliklerin direnmesi düşünüldüğünden; zaferi kazanmışsa bu milli muhafızların ona manevi hatta maddi desteklik yapmasındandı. Kısacası, muhafazakâr krallığa karşı dikilen-işçi ve burjuva-bütün Paris halkıdır.
Ve Cumhurbaşkanlığına ilginç bir şekilde 1. Napolyon'un yeğeni 3. Napolyon seçildi. O yıllar süren karanlık dönem boyunca birçok sefer darbe denemiş, baskılara boyun eğmemiş biriydi ve halkta popülerdi. Fakat o amcasından da kötü bir şekilde 1852de hiçbir neden yokken Parlementoyu fesh etti. (Amcası en azından harpteydi) Her ne kadar sonradan tekrar 3. Cumhuriyeti ilan etmiş, ve döneminde işçi haklarına önem vermiş, ilk sosyal demokrat uygulamaları yapmış olsa da bu yönüyle 1848 baharının heyecanını, bereketini kesmiştir. Ülkemizde bu baharın etkisi 1908, 1913, 1919, 1923 hatta 1950, 1960 gibi tarihlerle açıklansa da hiçbirinde halk kendi eliyle özgürlüğünü kazanamamış, hepsinde askerin veya belirli bir sınıfın zoruyla özgürlüğünü almıştır. O yüzden ülkemizde demokrasi kültürü cumhuriyetin ilanından yaklaşık 100 yıl geçmesine rağmen oturmamıştır. Şu günlerde ayaklanan İran'a geleceğim son olarak. İran da bizimle beraber modern cumhuriyete geçmiş bir ülkeydi. Halkı hâlen en entelektüel halklardan biridir. Ve ışığı gören hiçbir halk karanlığa kalıcı olarak dönemez. Onun karanlığını aydınlatan bir umut ışığı her zaman vardır. Çünkü o halk her an baştakini yıkabileceğini ve yıkacak gücü olduğunun farkındadır.
Yorumlar